Ana içeriğe atla

PERİ BACALARI

Sevenler, sevilenler, kıskançlar, düşünenler, takıntılı olanlar ve sevgili Romalılar!

Geçmişi itin, şimdinin lezzetine varın, Peri Bacaları'nı sever gibi sevin:

Size Peri Bacaları'ndan bahsetmek istedim. Peri Bacası deyip geçme. Ben kendilerinin oluşumunu öğrenirken insanın oluşumunu da öğrendim. Peki nasıl oluyor da bu nadide doğa heykelleri bu şekli alıyor? Her sanatçının vermek istediği bir mesaj olduğuna göre heykeltıraş doğa ana bize ne anlatıyor? Önce kabaca bu sanat eserlerinin oluşumundan bahsedeyim de ibret yüklemesine başlayalım yavaş yavaş:

    Bu oluşumlar volkanik arazilerin  yani öfkeli, delibaş yanardağların olduğu bölgede ortaya çıkıyor. Yanardağ, ağzından alevler saçan ejderhalar gibi yıllarca püskürüp duruyor. Dağdan çıkan bu lav ve tortular etraftaki toprakta katman katman birikiyor. Biriken bu tortulu tabaka oldukça sert bir yapı olup alttaki daha yumuşak toprağa hem koruyucu oluyor hem de onun üzerine basınç yaptığından alttaki toprağı da sıkılaştırıyor. Yüz,bin veya milyon yıl... Her neyse işte. Şekiller oluşmaya başlıyor.


    
    Sonrasında ise sevgili insan, bu lavlar soğuyup sert bir tabaka halinde orada etliye sütlüye karışmadan ömrünü geçirirken akarsular devreye giriyor. Akarsularımız sert tabakayla karşılaşınca "Su akar yatağını bulur." hesabı zayıf noktalardan kendine yol yapıp yukarıdaki gibi yarıklı vadiler oluşturuyor. Peki bitti mi? Hayır.

   Sonrasında ise doğa yontmaya devam etmek için rüzgarı eline alıyor. Vuruyor da vuruyor yamaçlara. Sağdan soldan yenen rüzgarların etkisiyle üstte sert lav tabakasından oluşmuş "şapka" altta ise üzerinde yük yüzünden sıkışıp taş gibi olmuş toprak kalıyor.



  Sonra sevgili insan sen dünyanın dört yanından bu harika eseri görmeye geliyorsun. Onu korumaya alıyorsun. Fotoğraflarına bakıp onu seviyorsun. Çok da iyi yapıyorsun sevgili insan. Peri bacalarını sev!

   Diğer insanları da peri bacalarını sever gibi sevmeyi unutma. Eğer sen bir insanın şimdiki halini çok sevdiysen ona şu anki şeklini veren şeyleri de sev. Onu sırılsıklam yapmış akarsuları, öfkeden saçtığı ateşleri,lavları,onu sendeleten ve üşüten rüzgarları da sev. Unutma ki karşında o çok sevdiğin insan hayatında ne yaşadıysa onunla şekillenmiştir. Onu öpeceksen onu yoğuran hayatın ellerini de öp.

  Demem odur ki sevgili insan, birini severken peri bacasına hayranlık duyar gibi sev ve koruman altında da olsa bir gün hayatın aşındırmasıyla yok olacağını unutma. Peri bacasına geçmişinde akarsu,rüzgar çarpmış diye hayranlık duyuyorsan karşındaki insana da duy. 
  Unutma ki insanlar yürüyen anılardır. Seni seviyorum diyorsan ona son şeklini veren tüm doğa kuvvetlerini de sevmeli ve kabullenmelisin. 


  Ha bir de unutmadan, peri bacaları içinde yaşamak için gayet huzurlu ve sağlam evlerdir. Şüphen olmasın.

Üye olursanız yeni yayınlardan anında haberdar olabilir, beni ilk siz gömebilirsiniz. Teşekkürler Homo okuyans!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

VEDA

 Tam on gün oldu doğru düzgün konuşmayalı. On gün doğru düzgün konuşmamak normal insanlar için normal bir eylemdir. Ancak aşık insanlar için on gün konuşmamak günde 24 saatten 240, günde 1440 dakikadan 14400 kere ölümün kıyısında yaşamak demektir. Aşık olunca hayat tozpembe değildir. Aşık kişinin sevdiğinin verdiği acıya bile razı olması, acının pembe olduğunu göstermez. Neticede kara sevdalı adam bile bileğini kestiğinde akan kan kırmızıdır. Kırmızıya aşkın rengi denmesinin bir sebebi var. Bugün o kırmızılı kadınla her şeyi konuşmaya karar verdik. Ayan beyan sebebini bilsek de bilmiyormuş gibi yapmaya, aramızdaki sorunları düzeltmeye karar verdik. Yani ben karar verdim. Kararımı bildiren bir not bıraktım ona: Her şey konuşulmalı Anlatılmalı bir bir Tüm masallar gerçeğe dönmeli bu gece Her şeyi anlatmalıyız Yalnızlıklarımızı anlatmalıyız Savaşlarımızı ve isyanlarımızı Mutluluklarımızı anlatmalıyız Ayağımıza batan dikenleri Sevdiklerimizi ve sevmediklerimi

9 Numara

Sızdığım koltuktan sıçrayarak uyandım. Gece yarısına az kalmıştı. Telaşlandım. Eyvah eyvah, ne yapacağım? Burnuma kızarmış ekmek kokusu geliyor. Gece yarısı kızarmış ekmek? Başım belada belli ki. Çünkü sinirlendiği zaman yemek yer. E haliyle benim gibi biriyle birlikte olduğundan biraz kilo aldı desem yalan olmaz. Tabi bu düşüncem beynimden dilime yuvarlanırken bazı cümleler takla atıyor, bazı kelimelerse sağa sola çarparak bambaşka bir şekil alıyor ve dudaklarımdan  “Yoo ne kilosu hayatım, çok güzelsin.” şeklinde çıkıyor. Evet yuvarlanırken…beynimden… evet damağıma çarpıyor kelime… sensin kılıbık! Yemeye odaklandığı bu gibi zamanlarda geceyse ekmek kızartır, gündüz ise yapması saatler sürecek bir yemekle uğraşır. Keskin bıçakla kabuğunu soyduğu şey domates gibi görünse de aslında benim. Derimi yüzmek istediği için bunu domatese yansıtırdı. Psikanaliz azizim, önemli. Kızgın yağa atılan malzemeden çıkan cozur cozur sesler tüylerimi ürpertirdi. Çünkü bilirdim ki orada pişen asl

KÜÇÜK ADAM

Bu güzel Nisan akşamında 77 sene evvel bugünlerde gerçekleşen acı bir olayı hatırladım. 77 sene evvel bugünlerde güzel havalar tarafından Orhan Veli’ye bir komplo kuruldu.  Bu komplo öylesine ani ve akıl alıcıydı ki insan mahvoluyor, işini kaybediyor, tütüne başlıyor, karnını doyurmayı unutup şiir yazıyor ve daha kötüsü âşık bile olabiliyordu. 77 sene evvel Orhan Veli’ye kurulan bu hain tuzağa şimdi ben düşüyorum. Avarelik… Hayatı ciddiye almak için elimden geleni yapsam da Orhan Veli ile tanıştığımdan beri beceremiyorum. Onu güzel havalar mahvediyor beni ise bütün havalar. Yağmur yağdığında yağmurda ıslanmak, kar yağdığında kardan adam yapmak, rüzgârlı havada rüzgara karşı tükürmek, güneş açtığında kıyafetlerimden kurtulup güneşi tenimde gezdirmekten daha önemli bir iş göremiyorum. Dışarıda bunları yapmak varken kıçımı günde bir saat kadar koyduğum koltuğun taksitleri için çalışmak insanın saçını beyazlatıyor. Orhan Veli gibi istifa ediversem? Avareliğin kitabını yazsam otur